Bir tutkulu sevinç, bir tutkudan hüzün: Kelebekler*

Bazı zamanlar aklıma bir soru takılır: İnsan ne için yaşar? Şöyle, uzaktan ve dışardan geçmişime, sergüzeştime baktığımda bu sorunun cevabı hâlâ muğlaktır. Kâh insanlar için bir şeyler yapmak demişim bu sorunun cevabına kâh iyi insan olmak. Sanat için demişim ya da öylesine vakit geçirmek için. Bazen ilk cevaba yaklaşmışım bazen son cevaba. İyi bir insan görmüşüm; ağlayan, gülen, bağıran, çığlık atan. Sonra bir ses duymuşum; uzaktan gelen, hüzünden. Bir film izlemişim veya. Ne bileyim annemi hatırlamışım. Sonunda öyle ya da böyle hâlâ bu sorunun cevabını bulamamışım.

Geçen gün, yani 30 Mart tarihinde Kelebekler filmine gittim. Daha evvelinde bir şekilde duymuştum: Film ödül almıştı. Sundance iyi festivaldi. Gitmek lazımdı. Gittim de. Çıktığımda ilk paragrafta yazdığım, benim için mühim olan sorunun cevabına yaklaşmış hissettim kendimi. Sonuçta bir filmdi. Havalı kelimelere ne gerek vardı. Dünya dediğin üç beş kelam, sevgi, ihanetten ibaretti. İnsan dediğin unuturdu, abartırdı. Ama yine de bu film bende büyük bir etki bırakmıştı. Belki yıllar sonra bu cümleleri tekrar okuduğumda abartmışım diyebilirim ama şu an sözlerimde ciddiyim. Bu filme siz de gidin ve sevdiğiniz insanlara hediye edin.

Her güzel ve iyi film bir insana benzer. Ama bildiğiniz gibi insanlar da çeşit çeşittir. İyisi var, kötüsü var. Düzü var, karmaşığı var. Benim için bu filmi temsil eden insan iyi bir insan. Derinlikli bir insan. Birçok iyi, birçok zayıf yanı var. Dişil yanı var, eril yanı var. Sevinci var, hüznü var. En çok, bir garip tutkusu var. Bir garip tutkulu insan bu film. Azıcık kayıp, azıcık kaybolmuşluğundan zevk duyan. Sevmiş, sevilmemiş; sevilmiş sevmemiş. Aramış bulmuş; bulmuş vazgeçmiş. Evet, bir insana benziyor bu film. Ben de bu insanı çok sevdim.

Daha evvelden Tolga Karaçelik’in filmlerini duymuştum. Gişe memuru, Sarmaşık… Ama Kelebekler izlediğim ilk filmi oldu. Hatta geçenlerde Gişe memuru filminden bir sahne izledim. O filmden aldığım ilk izlenim bu film kadar kuvvetli değildi açıkçası. Neyse. Kelebekler’e gelelim. Filmde benim gibi normal bir seyircinin bile fark edeceği bir yaratıcılık ve hatta işçilik de var. Olandan anlam çıkarmak kolay ama senaryo ve oyunculuk üzerinde yönetmenin emeğini ve farklılığını görebiliyorum. Karaçelik, aklındaki dinamikleri ve kalbindeki duyguları filmine iyi aktarmış.

Filmin çok tatlı bir hikayesi var. Yıllardır ayrı yerlerde yaşayan ve görüşmeyen üç kardeş babalarının vesilesi ile bir araya geliyorlar. Birbiri ile sağlam ortak noktaları ve hatta ortak kaderi olan bu üç kardeş biraz farklı yapıda olsalar da uyumlu ve zengin bir harman oluşturuyorlar. Zaten iyi karakterlerden harmanlanmış bir eseri, ‘doğru’ olan herhangi bir yere aktarmanız ilgi çekici bir öykü doğurur. Burada da öyle oluyor ve karakterlerin kendileriyle harmanlanmış bir yol hikayesi başlıyor. Hafif ‘sepya’, hafif arabesk, hafif şen bir öykü akıp gidiyor, bu tutku dolu ırmak yatağını buluyor. Yıllar sonra doğdukları ve ayrılmak zorunda kaldıkları köye dönmek üzere yola çıkıyorlar. Köyde hüzünlü ve komik hadiseler karakterleri bekliyor. Gülüyoruz, ağlıyoruz. Ama bu iki duygu arasında gidip gelirken yadırgamıyoruz. Neyse. Gerisini filmde bulunuz efendim. Diğer taraftan filmlerin hikayeleri ve hatta çoğu hikaye çatışmadan beslendikçe kuvvet alır. İyi ve kötü olur hikayelerde. Kimi zaman bu karşıt güçler gerçekten düşman iki insan olarak karşımıza çıkar. Kimi zaman ise bu karşıtlık karakterlerin kendi iç dünyalarından doğar. Karakterler içlerindeki engelleri aşmak zorundadır. Burada da biraz bu durum var. Karakterler buğulu geçmişlerine doğru yola çıkarlar ve oradaki bilinmezlikle savaşırlar. Ama karakterlerin içindeki tutku hem hüznü hem de neşeyi besler ve ortaya akan bir öykü çıkar.

Filmin başrollerinde Tuğçe Altuğ, Tolga Tekin ve Bartu Küçükçağlayan var. Ayrıca Serkan Keskin, Ezgi Mola ve Ercan Kesal filmde rol almış. Oyuncuları tanıtmak bir tarafa filmdeki herkes iyi iş çıkarmış. Başrollerin hepsi iyi ama bence Tuğçe Altuğ (Suzi’yle kendi hayatımda karşılaşsaydık platonik âşık olurdum. :)) bir adım önde. Diğer taraftan filmdeki tüm karakterler çok sevilesi. İçlerindeki kötülük adeta bir yerlere saklanmış. Hatta Suzi’nin eşi Emre bile kendi bağlamında iyi bir adam. Zaten filmi iyi yapan unsurlardan birisi de bu. Bir filmde bu kadar iyi karakter varsa ve karşılarına iyiliklerini ortaya çıkaracak büyük bir zıtlık çıkmıyorsa, biz bu karakterleri normalden daha zor anlarız. Ama burada yönetmen, senaryo ve oyunculuk uyumu, zor olanı başarmış. Yarı sanatsal ve sanatsal eserlerde gerçeğe yakın olanı anlatmak daha zordur. Bu eserleri tüketenlere bu adam iyi demek yetmez zira. O eserdeki o adamın iyi olduğunu hissettirmek zorundasınızdır. Bu nedenle iyi, müşfik bir babayı yoğun bir hisle anlatmak, iki kafalı bir adamı anlatmaktan daha zordur. Sonuç itibari ile bu film hem hüznü hem neşeyi karşı tarafa doğru ve tadında aktarmış. Karakterler koşmaları gereken yere ve koşmaları gerektiği gibi koşuyorlar. Senaryo aksiyonu tedrici olarak ama bizi filmden kopartmayacak hızda artıyor, akıyor. Kısaca iyi yani. İyi.

İyi filmler arada sırada gelir memlekete. Hatta dünyaya. Karşımızda duygusal, histen anlayan yani yaşayan bir eser var. Bilmem, sanatsal eserler doğurmak bazıları için hayatın amacı mıdır? Ya da bu film hayatınızı değiştirir mi? Bilmem. Herhangi bir şeyi kutsallaştırmak iyi değildir zaten. Bu nedenle belki de sadece güzel bir anı için bu filme gidin.

 

*Yazan: A. Yığılı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s